Çocukluğunuz nerede başladı?
Of'un büyük köylerinden birinde, Uğurlu'da gözlerimi açmışım dünyaya. Yıl 1955. İki Ocak. Günlerden pazar. Annemin hatırladığına göre, kar yağarken ve gün ışımak üzereyken doğmuşum. Ben beşinci kardeştim. Son beşik, altıncı kardeşimiz Mümtaz'dı. İlk okulun üç yılını köyümde, iki yılınıysa Maçka ve Ahlat köylerinde yaşadım. Ortaokul ve lise dönemiyse Of'ta geçti. Sekiz yaşında Karadeniz'i görünce, yolculuk duygusu kapladı içimi. Bu nedenle deniz, köyden dünyaya açılmamın simgesi oldu. Yine de köyüm ilk cennetimdir. Denizse yakın komşum.
Çocukluğunuz neleri hatırlatıyor size?
Daha çok ilk sevinçleri, ilk acıları, ilk anıları. Yıldızlarla konuştuğum yaz gecelerini. Ahşap evimizin pencerelerine konan kuşlarla konuştuğum yeşil sabahları. Bulutlardaki sinemayı keşfettiğim günleri. Ve altı yaşındayken, babacığımın altmış üç yaşında kalp krizinden ölümüyle acının ikiz kardeşim oluşunu. Üç yaşından bu yana çocukluğumu bütün ayrıntıları ile hatırlıyor olmamsa en büyük şansım. Burada ara versem iyi olur, çünkü anlatmaya başlarsam kırk saat de yetmez kırk gün de.
O halde, iyiydi çocukluğum diyorsunuz?
Çocukluğum hayatımın zaferidir. Bana hayatı öğreten çocukluk yıllarıma çok şey borçluyum. Çocukların safında yaşamaya karar vermemin nedeni de bu belki.
Çocukluğunuzda etkilendiğiniz büyükleriniz oldu mu? Onlarla iletişiminiz nasıldı? Yazı yazmanızı besledi mi bu ilişki?
Babam orta yaşlarda evlendiği için babaannem ve her iki dedem ben doğmadan vefat etmişti. Anneannem, biz çocukların güvenlik yurduydu. Önce komşu sonra ev, diyebilen ve onu olabildiğince şefkatle yaşayan ümmî bir kadındı. Yoksulduk ama yoksulluk acıtmazdı bizi. Her hafta çıkıp gelirdi komşu köyden. Sırtında iyilik dükkânı gibi taşıdığı sepeti. Ne yoktu ki içinde: Ekmek, yağ, peynir, fındık, ceviz, mevsimine göre elma, armut, hurma. İlle de kırmızı akide şekeri, sarı kurabiye. Anneannem çocuklara kendini sevdirmeyi bilmiş ve başarmış bir insandı. Nur içinde yatsın. Hem şefkat hem de merhamet okulu oldu bana. Büyüklerle arkadaş olmayı da ondan öğrendim. Yetmişindeki büyük amcam da arkadaşlarımdan biriydi. Hemen her gün postayla gelen Ulus gazetesini okuturdu bana. Ben okurken yanı başımda sessizce dinlerdi. Arada bazı cümleleri bir kaç kez okumamı isterdi. İki saat gazete okumama karşılık on kuruş koyardı pantolonumun cebine. Niçin bilmem elimi uzatmamı istemezdi. Çocuk zihnimin funda toprağına yazı yazma isteğinin de o yıllarda ekilmiş olduğunu hissediyorum.
Oyunlarınız/oyuncaklarınız oldu mu? Bu oyun/oyuncaklarınız içerisinde hiç unutamadığınız, ya da bir hikâyesi olan oyununuz/oyuncağınız var mı?
Oyunsuz ve oyuncaksız çocukluk düşünemiyorum. Asıl oyuncak, çocuğun kendi icat ettiği oyuncaktır. Çamurdan, tahtadan, ipliklerden, kâğıttan, tellerden, bezlerden... Eğer çocuk bunlara da sahip değilse hayâlinde tasarlar oyuncaklarını. Oyuncak konusunda köy çocuklarının daha şanslı olduğu kanaatindeyim. Kendim çocukluğun temellerinin sarsıldığını bilsem de, pazıllı, dijital sanal oyuncaklara kavuşan yeni çocuklardan daha çocuk olduklarını düşünüyorum. Oyun temalı şiirlerimi yazış nedenim de budur. Çocuklar için yaptığım edebiyattaysa oyun, oyuncak, bilgelik ve çocuk ilişkisi ana renklerden biridir. En tipik örneklerse Kuş Oyunu masalı ve Ayla'nın Bulut Oyunu, Kardan Adamın Kedisi, Yağmurun Elleri adlı çocuk hikâyeleri...
Dünün çocukları yani sizin akranlarınızla bugünün çocukları ne kadar farklı?
İklim değişir, zaman değişir, hayatın dili değişir ama çocuk olma hali asla değişmez. Çocuk her zaman her yerde çocuktur. Geleneğin sürdüğü kadim zaman çocukluğuyla modern zamanların çocukluğu arasındaki farklarsa çok fazla. En azından, akranlarımla günümüz çocukları arasında tabiatla ilişkiden yasaklı şehir ortamlarına, oyunlarından konuştukları dile kadar pek çok şey değişti. Çocukluğumda radyo dünyayla aramızda köprü kuran tek iletişim aracıydı. Şimdi öyle mi? Hâlâ geleneksel çocukluğu yaşayan çocuk sayısı az olmasa da zamane çocuklarının neredeyse yarısı iletişim araçlarıyla iç içe büyüyor. Bu kadar çeşitliliğe rağmen, bu ortamın avantajları kadar dezavantajları da çok. Bu araçlara erişebilenlerle erişemeyenler arasında büyük eşitsizliklerin olduğunu da biliyoruz. Bizim bir okulumuz vardı, şimdi hemen her yer okullaştı. Her şeye rağmen çocukluk yaşımız daha uzundu. Şimdiki çocuklar daha erken uzaklaşıyor çocukluktan. Biz çocuk türküleri söylemeyi bilirdik, zamane çocukları aşk şarkıları bile söylüyor. Yeni çocukluk sanal dünyanın gezgini, bizse dünyadan büyük hayâlleri olan masal çocuklardık.
Çocukluğunuza dair sevinçlerinizi, üzüntülerinizi konuşalım biraz. Sizi çok mutlu eden ya da çok üzüldüğünüz anılarınız var mı?
Ben uzatmalı bir çocuğum. Çocukluk insanın anı sığınağıdır. Yarım yüz yıl içinde benim de üzüntülü, acılı ve çok yalnız günlerim oldu. Hayatın bu ağır günlerini çocukluk sevinçleriyle onarmayı öğrenerek üzüntüleri ve acıları hafifletmenin yolunu bulmaya çalıştım. Çocukluğumun en mutlu anlarıysa gördüğüm rüyâlarda saklı. Şimdi anlat deseniz hiç birini anlatamam. Rüyâlar anlatılırsa ölür çünkü. En üzüntülü anıma gelince: Kuşkusuz, babamın öldüğü ve annemin çığlığının yankısını karşı dağdan duyduğum gündür. Benden geride kalacak bir kaç şiirden biri olan Babam Öldü'yüyse ancak kırk yaşında yazabildim. Anılarım çok olsa da ne anılara sığındım ne de geçmişte kalmayı tercih ettim. Ben çocuklarda yaşamayı bilerek seçtim. Tıpkı bir çocuk gibi yüzüm hep geleceğe dönüktür. Yazdıklarım ve yaşadıklarımsa çocukların safında durduğumun belgeleri.
Çocukluk hali yaşa mı bağlı; ileri yaşlarda çocuk olmak mümkün mü? İlerleyen yaşlara rağmen çocuk olmanın tehlikesi var mı? Ya da sakınmalı mı bundan?
İnsan, kendini çocukluğunda gerçekleştirir. Çocukluk insanın en önemli evresidir. Kimi insan ne kadar büyüse de çocukluğundan çok şey kalır yanında. Bilge şair Sezai Karakoç'un iki dizesini hatırlamanın tam sırası: "Bir insanı al/Onu çöz çöz çocuk olsun." Bu iki dize, yeni bir çocuk felsefesinin hipotezi olabilir bence. Çocukluk halinin yaşla bir ilgisi yok. Kimbilir, bin yıldan fazla yaşadığı rivayet edilen Hz. Nuh'ta ne müthiş çocukluk çizgileri ve renkleri vardı? Zaten insan, yaşı ilerledikçe de çocuklaşır. Sakınılacak bir durum değil bu, aksine ileri yaşlarda çocuklaşabilmek tekrar safiyete dönmektir. Hep çocuk kalmak ise gelişememek, büyüyememekle yani yetişkin olamamakla ilgilidir. Hiç büyümemiş olanların yakın çevremizde sayıları hiç de az sayılmaz. Hep çocuk kalmış olanlar, ortamını bulamazsa incinebilir, örselenebilirler. Çocukluğu bilgelik gibi yanlarında taşıyabilenlerse ebedî çocuk olmayı hak edenlerdir. Bence bunu ilk hak edenler şairler ve sanatçılardır, sonra felsefecilerdir. Peygamberlerse, ebedî çocuklukta insanlığın zirveleridir.
Çocukluğunuzda sizi en çok etkileyen kitap hangisi oldu?
Elbette Küçük Prens. Küçük Prens, benim en çok sevdiğim çocukluk arkadaşlarımdan biridir. Arada, rüyâda bile görünür bana ve gülümser. O hiç büyümemiş arkadaşım olarak kaldı, bense ikinci elli yıla hazırlanıyorum.
Çocukken yazmak ve yazarlar hakkında neler düşünürdünüz?
Doğduğum ve büyüdüğüm ortamlarda hiç yazar görmedim. 1960'lı yılların başında okumaya başladığım kitapları, oyuncak sandığımda saklardım. Yazar isimlerini ayırt etmekse, ilkokulun son sınıfında mümkün oldu. Okul ansiklopedisinde bir kaç yazarın yaşlılık fotoğrafını görünce, insan yaşlanınca yazabilir diye düşünmeye başladım. Çocuk aklımla, insanın yaşlanmadan ölmesi halinde yazar olamayacağına karar vermem zor olmadı. Ortaokul sıralarında genç yaşta ölen şair ve yazarların biyografilerini okuyunca bu kanaatim değişti. Ben de her Türk genci gibi şiirle başladım yazı yolculuğuna. Yaşlanınca yazmayacağıma söz veriyorum size.
Büyüyünce ne olmak isterdiniz?
Denizi görmeden önce ressam olmak istemiştim. Duvara çizdiğim sincap fareye benzeyince, sincap kaçıp gitmişti. O gün, ressam olamayacağıma karar vermekte gecikmedim. Sekiz yaşında denizi görünce de kaptanlıkta karar kıldım. Henüz kaptan olamadım ama, kaptan olmanın yaşı olmadığına göre şansımı yitirmiş sayılmam. |