| Resimleyen: Dilek Gülcemal |
-Birinci Hikâye-
Böööğğğ! O patateslerin tadı ne kadar da berbattı öyle! Tabağımda yumuşak ve kaygan bir şekilde, öylece bana bakıyorlardı. Tıpkı şeyler gibiydiler. Adını söylemek istemiyorum, ama işte o böcekler gibiydiler. Sürekli burunları akan böcekler var ya. İşte tıpkı onlar gibi.
Böyle zamanlarda, evdekilere tabağımdakileri yemek istemediğimi söylesem; "Hımm, nefis olmuş bunlar Emoş. Haydi, bitir bakalım tabağını." derler.
Bu arada bana herkes Emoş der. İsmimin ne olduğunu, düşünün bakalım. Hemen söylemeyeceğim çünkü.
Nerede kalmıştık? Patatesler diyordum, değil mi? İşte o tuhaf patatesler sofraya gelince, ne oldu peki? Ne olacak, yemeği gören herkes kaçacak delik aradı. Sağlıklı yemek düşkünü teyzem bile öylece kalakaldı masada. En cesurları yine ben çıktım. Tam bir buçuk tane yedim.
Aslında bütün bunlar hep o leyleklerin suçu. Bir de cipsler var tabii...
Hepsini birden anlatınca biraz karışık oldu. En iyisi ben, her şeyi taaaaa en başından anlatayım.
O sabah, annemin "Vah vah" sesleriyle uyanmıştım. Sadece "vah vah" ve "canım benim" deyip duruyordu annem. Bir tane "vah vah" sonra "canım benim". Yine "vah vah" ve yine "canım benim". Böyle konuşuyordu işte.
Gözlerimi ovuştura ovuştura, her zamanki sabah öpücüğümü almak için anneme yaklaştım. Annem yirmi üç kere vah vah, yirmi iki kere de canım benim dedikten sonra telefonu kapattı. Zıplayıp, boynuna atladım. "Ne oldu anneciğim?" diye sordum. "Teyzeni işten çıkarmışlar Emoş!" dedi annem üzgün üzgün. Annem, yeniden ahlayıp vahlamaya başlıyordu ki; kocaman bir çığlık atıp "Yaşasın teyzemi işten çıkarmışlar!" diye bağırdım. Annem, şaşırmış bana bakıyordu. Hemen son günlerin bu en muhteşem olayını anlatan bir şarkı söylemeye başladım. Şarkı söylemeyi pek severim ben. Hem sözlerini, müziğini de kendim uydururum. Şarkımı daha devam ettirecektim ki, annemin haline daha fazla dayanamadım. Canım benim, ne kadar da üzülmüştü öyle. Hemen yanına ilişip, sıkı sıkı sarıldım ona. Annem de hemen o tatlı gülümseyişle bana bakıverdi. Sonra da "Ne yapacağız Emoş? Teyzen kim bilir ne haldedir şimdi? Ne yapsak acaba?" dedi. Üzüldüğü o kadar çok belli oluyordu ki. Kollarımla daha sıkıca sarılıp, "Bence, bu güzel bir haber anneciğim." dedim. Annem de "İnşallah öyle olur." diye karşılık verdi. Hiç de inanmışa benzemiyordu. Benimse içim içime sığmıyordu. Heyecanla, yanaklarından kocaman kocaman öptüm yeniden.
İlk günler gerçekten de, herkes için zor geçti. Teyzem eskimiş, rengi değişmiş dantelleri, etaminleri, bohçalardan, sandıklardan, dolaplardan çıkartıp eksiklerini örüp tamamladı. Kütüphaneyi tam üç kere dağıtıp, üç kere de yeniden düzenledi. Bütün çiçeklerin saksılarını değiştirdi. Balkonu boyadı. Sonra rengi beğenmedi. Yeniden boyadı. Derken bu sefer de parmaklılarla uyumlu olmadı diyerekten tekrar boyadı. Ocak ayında olmamıza rağmen kilimleri, koridordaki geyikli yolluğu ve kapının önündeki ev şeklindeki paspası da yıkadı. Halıları da yıkayacaktı, fakat annem ile anneannem diller döküp yalvardılar da vazgeçti bu işten.
İşte böyle günlerin birinde, annem yine anneannemle uzun bir telefon konuşması yapıyordu ki, annem "Evet, evet artık bir şey yapmak lazım. Acilen bir iş bulmalıyız ona." dedi. Benim de beklediğim bu andı zaten. Telefonu kapatır kapatmaz, anneme "Ben teyzeme bir iş buldum." dedim. "Ne işi?" diye sordu annem de. "Anneciğim," diye başladım. Böyle önemli konuşmalarda, her zaman ayağa kalkarım ben. Yine öyle yaptım. Ellerimi de tıpkı babam gibi kullanarak "Şimdi sen, bu sene ebru kursuna gitmek istiyordun ya." diye başladım konuşmama. "Evet, istiyordum." diye tekrarladı annem de. "Sonra beni ne yapacağını da düşünüyordun ya. Hani birilerini arayıp duruyordun. İşte ben birini buldum. Sen kursuna gideceksin, teyzem de bana bakacak." Annemin pek aklı yatmamış olmalı ki, "Olur, mu acaba?" diye sordu. "Tabii ki olur canım annem. Zaten teyzem, can sıkıntısından kendine işler bulup duruyor. Eğer bir şey bulamazsak bütün evi yıkıp yeniden yapacak." dedim gülerek. "Vallahi, doğru söylüyorsun Emoş" dedi annem, o da güldü benimle beraber.
Annemin ebru kursu haftada üç gündü. Pazartesi, salı ve perşembe. Yani teyzem pazartesiden cumaya kadar bizde kalacaktı. Beraber yapabileceğimiz şeyleri düşündükçe heyecandan yerimde duramıyordum. Rüyalarımda bile teyzem ile renkli el işi kâğıtlarını şekil vererek kestiğimizi, makarnaları, pirinçleri boyadığımızı, dans edip, evcilik oynadığımızı görüyordum. Şimdi önümüzde tek bir iş kalmıştı. Teyzemle konuşmak. Fakat kimse buna cesaret edemiyordu.
Ama günler de vızır vızır geçiyordu. Sonunda dayanamadım. Pazar günü, anneannemlerde akşam yemeğinde iken anlattım durumu. Teyzem önce hiçbir şey demedi. Ev bir anda sessizleşti. Herkes sus pus olmuş, teyzeme bakıyordu. Teyzem bayağı bir düşündü, düşündü, düşündü. Artık korkmaya da başlamıştım ki, "Tamam. Olur, Emoş" deyiverdi. Yine yüksek sesle kocaman bir "Yaşasın" dedim. Annem göz kırptı. Babam da sırtımı sıvazlayıp "Aferin benim kızıma" dedi.
Ertesi gün, teyzem tıka basa dolu kırmızı bavulu, kitapları, sabır küpü, bir de dünyanın en tembel iki su kaplumbağası Nane ve Limon ile birlikte bize geldi.
Benim adım Emine. Bu da, teyzemle beraber yaşadığımız maceraların birincisi. Leyleklerle patateslere gelince, o da ayrı bir hikâye.
"Yaşasın Teyzemi İşten Çıkarmışlar" Şarkısı
Teyzoşa ne olmuş? Teyzoşa ne olmuş? Her sabah çalan saati neden susmuş?
Teyzoşa ne olmuş? Teyzoşa ne olmuş? Notları, kalemleri bir de o önemli işleri,
Şimdi hepsi nereye kaybolmuş? Nereye? Nereye?
Teyzoşa ne olmuş? Bu işe en çok kim sevinmiş? Bu işe en çok kim bayılmış?
İşte ipucu, Önce E Sonra M Sonra bir de O Sonuna da şeker mi şeker bir Ş ekleyin Yani Emoş
Teyzoşa ne olmuş? Teyzoşa ne olmuş?
İkinci Hikâye: Leylekler ve Cipsler |