Çok eskiden, kendini beğenmiş şımarık bir fare ile akıllı ve alçakgönüllü bir deve yaşardı. Bir gün karşılaşıp arkadaş oldular. Fare:
- Sana kılavuzluk etmeliyim, dedi. Yularından çekip istediğim yere götürmeliyim.
Deve arkadaşının küstahça teklifine razı oldu. Bir süre gittikten sonra küçük bir dere kenarına ulaştılar. Devenin diz kapaklarına bile ulaşmayan su, fare için uçsuz bucaksız bir deniz gibiydi. "Ben buradan geçemem" diye fısıldadı fare korkuyla. Deve:
- Ne bekliyorsun?, diye çıkıştı. "Kılavuz önden gider, dal bakalım suya..."
- Ama, diye kekeledi fare. "Görmüyor musun, su çok derin."
Fare mahcup olmuş, boyundan büyük işlere giriştiği için kıpkırmızı kesilmişti.
- Sizin için küçük ama, bana göre çok büyük bir su, diye inledi. "Ben artık kılavuz olmaktan vazgeçiyorum. Keşke daha önceden düşünseydim de boyumdan büyük işlere girişmeseydim."
- Evet, dedi deve, yumuşak bir sesle. "Herkes kendi haddini bilmeli ve asla aldatıcı gurura kapılmamalı."
* * *
Bu kısacık ama hikmet dolu hikâyeyi sevdiniz değil mi? Tabii ki seversiniz çünkü bu hikâyenin yazarını bütün dünya tanıyor ve onu çok seviyor. Her yıl Aralık ayında onun adına Konya'da anma ve anlama kutlamaları yapılıyor. Kimden mi söz ediyorum? Tabii ki Hz. Mevlâna'dan.
Asıl ismi Muhammed Celalleddin olan Hz. Mevlâna, Afganistan sınırları içinde bulunan Belh şehrinde doğmuştur. "Rumi" diye tanınması, geçmiş yüzyıllarda Diyar-ı Rum denilen Anadolu vilayeti olan Konya'da uzun müddet oturması, ömrünün büyük bir kısmının orada geçmesi ve türbesinin orada olmasındandır. Babası "Âlimlerin Sultanı" unvanı ile tanınmış, Muhammed Bahaeddin Veled, Moğol istilası nedeniyle ailesi ile birlikte Belh'den ayrılmak zorunda kalmıştır. Bağdat, Mekke'den sonra Selçuklu devletinin hükümdarı Alâeddin Keykubâd'ın daveti üzerine Konya'ya yerleşmiştir. Mevlâna'nın babası Konya'da vefat edince talebeleri ve müridleri Mevlâna'nın çevresinde toplanmış, Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak görmüşlerdir. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuştur. Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaşmıştır. Ancak beraberlikleri uzun sürmemiştir.
Bu hikmetli sözleri, hikâyeleri, ayrıca Allah aşkını, peygamber ve insan sevgisini yüzyıllar öncesinden günümüze kadar hayatıyla ve eserleriyle bizlere kazandırdığı için Mevlâna'yı en çok çocuklar bilmeli ve anlamalı diyorum. Mevlâna'nın çocuklara ve çocuklarına olan düşkünlüğünü biliyor muydunuz? Çocuk sevgisinin onda ne kadar yüce olduğunu duymuş muydunuz? Bu sevgisinin temelinde peygamberimizin sözleri ve sünneti olduğundan hiç şüphemiz yoktur. Çünkü Mevlâna:
"Bu canım var oldukça ben Kur'an'a tutsağım Muhammed Mustafa'nın yolundaki toprağım Benden başkaca bir söz nakledenler olursa Hem onu söyleyenden hem o sözden uzağım" demiştir.
Mevlâna kendi çocuklarıyla daima iyi ilişkiler kurmuş ve bilhassa Sultan Veled'i yanından hiç ayırmayarak ders ve meclislerinde hazır tutmuştur. Sultan Veled daha küçükken babasının kucağında uyumayı çok sever ve kucaktan bırakıldığı zaman ağlamaya başlarmış.
Eflâkî Dede bu olayı şöyle anlatır: "Mevlâna'nın oğlu Sultan Veled Hazretleri henüz meme emen bir çocukken daima babasının kucağında uyurdu. Mevlâna, teheccüd zamanı kalkıp gece namazını kılacağı vakit, Sultan Veled bağırır ve ağlardı. Mevlâna Hazretleri, susturmak için namazı bırakır, onu kucağına alır ve tekrar uyuturdu." Mevlâna, torunu Ârif Çelebi'yi de çok sever ve yaşlılığı döneminde dünyaya gelen bu torununa ayrı bir önem verirdi.
"Bir gün Hüsâmeddin'le birlikte Mevlâna'yı ziyaret etmek için medreseye gelmiştik. Birdenbire bahçenin kapısı açıldı, bir de baktım ki, Mevlâna'nın torunu Çelebi Emir Ârif'i küçük bir arabaya oturtmuşlar, lalası da onun arabasını çekiyor. Mevlâna, hemen yerinden kalkarak arabanın ipini omzuna koyup, 'Ârif'e öküzcülük edebilirim' dedi. Bunun üzerine Çelebi Hüsâmeddin de kalkarak arabanın bir tarafını tuttu, bir iki defa medresenin avlusuna dolaştırdılar. Torunu tatlı tatlı gülüyor ve seviniyordu. Mevlâna, 'Çocukları okşamak, şeriat padişahı ve hakikat ayının feleği olan peygamberimizden biz müslümanlara kalmış bir mirastır. Peygamber; Çocuğu olan çocuklaşsın, buyurmuştur' dedi ve şu şiiri okudu: Babanın aklı dünyayı ölçerse de, küçük çocuğun anlaması için 'ti ti' der. Mademki, işim-gücüm çocuklardır; o halde çocukların diliyle konuşmak lâzımdır."[*]
Ayrıca Mevlâna, başka çocuklara karşı da çok merhametli ve şefkatli idi. Bir gün Mevlâna, mahalleden geçiyordu. Çocuklar de yolda oynuyorlardı. Uzaktan Mevlâna'yı görünce hepsi birden koşarak saygı ile huzurunda durdular. Yalnız çocuklardan biri uzakta idi. Ben de geliyorum, diye bağırdı. Mevlâna, çocuk işini bitirip gelinceye kadar bekledi.
Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü vefat etmiştir. Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe "düğün günü" veya "gelin gecesi" manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu.
______________________________
[*] Hz Mevlâna'da Evlilik, Aile ve Çocuk Eğitimi, Yrd. Doç. Dr. Nuri Şimşekler |