Yeğeni Muhammed'i, Bahira'nın önerisi üzerine yanından hiç ayırmayan amca Ebu Talip, soylu ama mütevazı bir insandı. Hatta o yıllarda yoksul bile sayılabilirdi. Bu yüzden Muhammed, amcasına yardım etmek için koyun gütmeye karar verdi. Böylece Mekke dağlarında koyunlarla birlikte huzurlu ve sessiz günler geçirmeye başladık. Başladık diyorum; çünkü ben ondan hiç ayrılmıyordum. Dağlarda bulutları izleyen, tabiatın, hayvanların yaratılışı hakkında uzun uzun düşünen Muhammed, koyunlarına iyi bakıyor ve onları çok seviyordu. Bazen ben de koyun taklidi yapıyordum beni de sevsin diye ama beni farkedip farketmediğinden emin değildim. İşte o günler, çok güzel günlerdi. Muhammed'in koyunları Mekke dağlarındaki en mutlu koyunlarsa, ben de Mekke göklerindeki en mutlu buluttum. O'na gelince kendisine bir baba kadar merhametli davranan amcası ve onu çocuklarından hiç ayırmayan bir yengesi olduğu için çok şanslı bir yetim sayılırdı. Hele hele yenge Fatıma'yı bazen evinin penceresinde O'nun saçlarını tararken gördüğümde nasıl mutlu oluyordum anlatamam.
Zaman durduğu yerde durmuyordu elbette. Küçük Muhammed hızla büyüyordu. Çobanlık yaptığı yıllar geride kalmış, daha çok ticaretle uğraşmaya başlamıştı. Zaten ticaret, onun en sevdiği mesleklerden biriydi. Ticaret yaptığı insanlar da onu seviyordu. Ona o kadar güveniyorlardı ki "Güvenilir Muhammed" lakabını takmışlardı. Kim istemez ki kendisini kandırmayacak ve dürüst biriyle huzurlu alışveriş yapmayı.
Ama gelin görün ki çocuklar; huzur, Mekke'de az bulunan bir şeydi artık. Bunun sorumlusu elbette içinde yaşayan insanlardı. Bir şehir düşünün yüzyıllardır Allah'ın evine gelen misafirleri karşılamış ve milyon kez ziyaret edilen önemli bir yer olmuş. Kuşlarla selam gönderilen ve "dünyanın en çok özlenen şehri hangisi?" desem hepiniz "Mekke" dersiniz değil mi? Ama böyle önemli bir şehrin ve Allah'ın evinin hizmetkârı olan bu insanlar sanki bunu unutmuş gibiydi. Kendi elleriyle yaptıkları heykellerin önünde secde ettikleri ve Allah'ı unuttukları yetmezmiş gibi güçsüzleri eziyor, kız çocuklarını hiç sevmiyorlardı. Kötülük, şehirde korkunç kahkahalar atarak dolaşırken Muhammed bütün bunları yanlış buluyor ve hepsinden uzak durmak istiyordu.
İyiler bu olanlara üzülse de kötüler boş durur mu? Allah'ı unutan, merhameti hatırlar mı? İşte unutkan Mekkeliler, Allah'ın "asla kavga etmeyin" dediği kutlu aylarda bile kavga ediyorlardı artık. Birgün bu kavgalardan biri büyüdü büyüdü savaş oldu. Adını karmaşadan alan Ficar Savaşı çıktığında Muhammed genç bir delikanlıydı. Atlar kişnediğinde, kılıçlar öfkeyle çekildiğinde, o da her genç gibi ailesinin yanında yer almak zorunda kaldı. Ama kutlu aylarda çıkan bu savaşı asla onaylamıyordu. Ve bu yüzden savaşta kimsenin canını yakmadı. Savaşa katılmayıp sadece ok taşımayı ve amcalarının eşyalarına bakmayı tercih etti. Savaş çok şiddetli geçmişti. En sonunda bir çöl anlaşması yapıldı ve sona erdi ama artık Mekke'de hiç bir şey eskisi gibi değildi. Huzur dağlara saklanmış, yerini korkuya bırakmıştı.
Allah'ın evi Kâbe, şehirlerin gözbebeği Mekke üzgündü. Genç Muhammed üzgündü. Kuşlar getirdikleri selamları bir dua gibi bırakıvermeseydi Mekke'nin üzerine, Muhammed üzülmeye devam edecekti.
Mekke Allah'ın evi Kabe'nin bulunduğu bir peygamberler şehri değil miydi? Büyük dedeleri olan Peygamber İbrahim, onlara emanet etmemiş miydi bu şehri? Zemzem onlara cennetten bir hediyeydi. Siyah Kutlu Taş cennetten bir hediyeydi. Mekke insanlığa hediye edilmiş bir şehirken, neden karmaşalar toprağı olsundu ki? Neden güvenilir ve cesur insanların yaşadığı topraklar, korkuyla hatırlansındı artık? "Mekke gülmeli" dedi bir ses, bir ses daha. Sesler çoğaldı. İyilik, olması gereken yerde; kalplerde yerini buldu. İyilik, kuş kanatlarınca bir selam oldu. Esti rüzgarlarla Mekke göklerine. İşte o günlerde genç Muhammed'i çok mutlu edecek bir şey oldu. İyi bir şey... |