Sayın Fatih Erdoğan, BeyazBulut çocukları adına sizi selamlıyorum. Biz geleneksel sorularımızı öncelikle size yöneltmek istiyoruz. Sizi biraz çocukluğunuzdan başlayarak tanıyabilir miyiz?
23 Nisan 1954'te İzmir'de doğdum. Gördüğünüz gibi, çocuk kitapları yazarı olacağımı bildiğim için doğacağım günü de çocuklara uygun bir gün planlamış bulunuyorum. Dört yaşlarındayken İstanbul'a geldik. Sonrası hep İstanbul, ama İstanbul derken, Küçükçekmece'nin Kanarya Mahallesi. Çocukluğumla birlikte kurulan bir yer. İstasyonunun açılışında yavrukurt olarak törene katıldım. Kanarya İlkokulu benimle yaşıt sayılır yani. Sonra Kültür Koleji'ne gittim. Ortaokul için. Sonra Robert Kolej. Sonra da Boğaziçi Üniversitesi Makine Mühendisliği'nden mezun oldum. İstanbul Üniversitesi Kütüphanecilik Bölümü'nde yüksek lisans ve doktora... Ve Mavibulut... Ve çocuklar için yazmak...
Çocukluğunuzda sizi etkileyen, size yön veren oyunlarınızı, oyuncaklarınız anlatır mısınız?
Çocukluğum Karaoğlanlı, Kaanlı dönemlere rastlıyor. Tabii bir de Tommiks Teksas... Çok fazla kovboyculuk oynamadım ama babamın atölyesindeki (gömlekçiydi) kumaşların uzun sopa biçimindeki kumaş sarma ruloları mükemmel kılıç işlevi görürdü. Vurunca acıtmaz ama uzun süre karşılıklı "kılıçlaşacak" kadar da sağlam... Oyuncaklarım? Pek yoktu. Ama o dönemin Jules Verne çocuklarından olduğumdan bilimsel bulgular çok ilgimizi çekerdi. Hani küçük ampulü pile dayayıp yaktığımız ve bununla gurur duyduğumuz çağlar...
Çocukluk arkadaşlarınızdan söz eder misiniz? Oyunlarını, oyuncaklarınız?
Çocukluk arkadaşlarımdan hâlâ görüştüklerim var tabii. Yani en az kırk yıl öncesinden söz ediyorum. Sadık var, hâlâ görüşüyorum, adı gibi sadıktır. Mehmet var, Rıdvan var arada bir görüştüğüm. Görüşmek isteyip de izini kaybettiklerim de var, Birtan. Bal rengi saçları olan bir kızdı. Kimbilir nerededir şimdi?
Çocukluğunuz ile yazarlığınız arasındaki ilişki nedir? O yıllarda yazmayı hiç düşünür müydünüz? Özellikle bir gelip çocuklar için yazacağınızı hiç düşlediniz mi o yaşlarda? Yazmaya sizi iten o çocukluk yaşamlarınızdaki güzellik nerede durur?
Çocukluğumu unutmamış olmak benim en büyük avantajlarımdan biri. Neredeyse hastalıklı (marazi) bir biçimde hatırlıyorum birçok şeyi. Kardeşim Sinan'la paylaştığımız odamda kitap okuduğumuz (ikimizin de en çok yaptığı şeydi), arada kavga ettiğimiz olurdu. Arada bir de feci sıkıldığım olurdu. Yatağımın üzerine sırt üstü yatar dururdum. İşte aradan bunca yıl geçtiği halde bazen o sıkıntıyı aynen hatırladığım oluyor. Bu bir avantaj işte. Tabii, şu da söylenebilir. Bu anları hatırlamanın nedeni aslında o anı yaşarkenki kaydetme biçimiyle ilgili. Yani öylesine sıkılıp orada bırakmamışım, kaydetmişim.
Yazmaya beni iten şeyi tam olarak bilmiyorum, ama bir sezgimi paylaşayım; yazmanın marazi bir şey olduğu söylenir, bence de bu doğru. Yazmak benim rahatlama, kendimi onarma, hatta hayatta kalma biçimim. Hayatla barışık olmadığımda, kavgalarımda, mutsuzluklarımda da, sevinçlerimde de sözcüklerin cümlelerin, paragrafların salıncaklarında sallanır bulurum kendimi.
Eski çocuk yeni çocuk diye bir ayrıma gidecek olsak, ne değişti? Nereye gidiyor çocuk sizce?
Çok ayırmıyorum ben çocukları. Çocuk hep çocuk. Bazen diyoruz ya, bugünkü çocuk sokakta oynamıyor, doğayı tanımıyor, börtü böcek falan... Ancak ne kırlar tükendi, ne ormanlar (hiç tükenmeyecek diyemiyorum ne yazık ki). Tamam, çocuklar okuldan gelince çantasını kapı girişine bırakıp elinde sanayağlı ekmeğiyle erik çalmaya koşmuyor, ama erikler hâlâ var, farkında mıyız? Ülkemiz hâlâ bir kır ülkesi, doğa cenneti. Ama kentlerde haftasonlarımızı nasıl geçirdiğimize bakalım; biz çocuklarımıza doğada yürüyüşlerin, kırlarda top oynamanın, çam kozalakları toplamanın, tuhaf bir böceği soluk soluğa yuvasına kadar izlemenin tadının tattırdık da çocuk yine de ısrar mı etti Carrefour'da kola içeceğim ya da Bauhaus'ta tornavida bakacağım diye? Yoksa biz yetişkinler mi kaldıramıyoruz popomuzu, alışveriş merkezlerinin otoparkından içeriye kadar yürümek dışında? Buna dürüst bir yanıt versek iyi olur. Kısacası çocuğun bir yere gittiği yok, ama biz onlara gidebilecekleri yollar sunmuyoruz, böylesi işimize geldiği için. İkiyüzlülüğü bırakalım artık.
Unutamadığınız bir çocukluk hatıranızı bizimle paylaşır mısınız?
Tabii. Kaçırıldım. Babam beni kaçırdı. Annemden. Ayrılmışlardı. İki kardeştik. Ben babama kardeşim anneme kalmıştı, ama babam annemin beni vermeyeceğini düşünerek beni Bursa sokaklarında bir arabayla kaçırdı. Bir arabanın içinden içeri çekildiğimi fark etmemle kendimi babamın kucağında bulmam bir oldu. Yakasında bir rozet vardı. "Baba bana da bundan alır mısın?" dedim. "Tabii oğlum," dedi. Ne arabanın arkasından koşan teyzemleri ve komşuları gördüm (annem orada değildi) ne bir şey... Düşünün, hayatımın en önemli dönüm noktasında düşündüğüm şey bir rozet! Çocukluk böyle bir şey işte. Tabii şimdi annemle de, beni o kaçırılmadan itibaren büyüten ikinci annemle de, babamla da görüşüyoruz, çok şükür hayattalar ve bu benim için ne büyük bir mutluluk.
İlk okuduğunuz kitaplar, onların sizdeki yeri? Sizi en çok etkileyen ilk kitap ya da kitaplar?..
Jules Verne okuma yaşlarına gelmeden çok önce (4-5 yaşlarında okumayı öğrenmiştim) hatırladığım ilk kitap "Pamukla Pabuç." Dere kenarında oynayan Pamuk adlı kedi eski pabucun içine giriyor, oradan da dereye kayıyorlar ve akıntıda sürükleniyorlar. Tanrım, nasıl heyecanlanmıştım, nasıl kurtulacak kedi diye... Bir de başka bir kitapta bir tilki bir horozu gırtlağından kapıp götürüyordu. Çizer de işini iyi yapmış olmalı, rüyalarıma bile girdi bu.
Çocuklar için birden fazla türde eserler verdiniz, vermektesiniz; bu eserlerinizde içinizdeki çocuk ile içinizdeki "Mavibulut" düşler nerede duruyor?
İlkokul ikideydik galiba. Resim dersi. Öğretmen bizi kıra çıkardı, okulun arka yamacına. Manzara resmi yapacağız. Karşıda Firuzköy yamaçları, sağa doğru Ziraat Okulu çamlıkları ve taşocakları Küçükçekmece Gölü'nü çevrelemişler. Gök masmavi. Bulutlar var, tabii ki, bembeyaz pamuk gibi... Arkadaşımın defterine baktım, bulutları mavi boyamış. "Olmaz!" dedim, "Mavi olmaz bulutlar, baksana gökyüzüne, bulutlar beyaz!" Arkadaşım, "Hayır," dedi, "Mavi olur!" Tartışma büyüdü. Herkes arkadaşımdan yana çıktı. Sonunda öğretmen fark etti bağrışmaları. Son umudum. Yüce adaletin yerini bulacağı son merci. "Tabii ki mavi olur!" dedi öğretmen şaşkınlığımı ve hayal kırıklığımı fark bile etmeyerek belki. Aradan yıllar geçti ve ben çocukların bulutu mavi boyamalarının yaşla ilgili bir algılama özelliği olduğunu öğrendim. Yani bu yalnızca çocuklara özgü bir şeydi. O zaman da "yalnızca çocuklara kitap yayımlamak üzere" kurduğum yayınevimin adının Mavibulut olması kaçınılmazdı.
Ben içimdeki çocuk için var ettim Mavibulut'u ve yirmi sekizinci yıla girdik. Ve artık "her çocuk" için yazıyorum ve Mavibulut'un düşü bu zaten: "Her Çocuğa İyi Kitap".
Kırmızı Fare çocuk dergisini çıkarttınız, çıkartıyorsunuz. Mavibulut Yayınları'nın hem yönetmeni hem de sahiplerindensiniz, bir de sadece bir çocuk edebiyatçısı değil aynı zamanda Türkiye'mizin seçkin illüstratörlerindensiniz. Kendi kitaplarınızı çizmek ayrı bir güzellik olsa gerek. Bütün bunlarla birlikte çocuk edebiyatı üzerine üniversitede dersler vermektesiniz. Şimdi bu uzunca sorumuzu şöyle toparlayalım isterseniz: Çocuklar için yazıyor, çiziyorsunuz; yayıncılık yapıyorsunuz ve akademik çalışmalarınızı da bir taraftan yürütebiliyorsunuz. Bütün bu farklı görünen çabalarınız "çocuk"ta buluşmakta, buluşabilmekte. Çok yönlü bir çocuk edebiyatçısının bu konudaki değerlendirmeleri nedir acaba? Bütün bu güzellik çabalarınızı bize nasıl anlatırsınız?
Bu konuda benim bir şeyler söylemem hem mümkün değil, hem de söylediklerim akıl sınırları içinde bir anlam taşımaz. Ben bir yazarım ve bütün yazarlar gibi size bu sorunun cevabını öyle etkileyici bir dille anlatırım ki, yalan bile söylüyor olsam farkına varmayabilirsiniz. Onun yerine her insanın kendisi için söyleyeceği türden bir şey söyleyeyim: Benim var oluşumun da, yaptıklarımın da akılla açıklanabilir veya anlaşılabilir bir yanı yok, tümüyle marazi bir şey, kimbilir çocukluğumun hangi travmaları hamuruma karışıp beni ben yaptı, bilemem. Ama bir işe yarıyorsa yazdıklarım, okur/çocukları heyecanlandırıyorsa, güldürüyorsa, hüzünlendiriyorsa, kısacası onları etkiliyorsa, işte bu sonuç benim için önemli.
Size "bir dilek tutunuz" deselerdi, sırf çocuklar için bir dilek ve bu dileğin harikulade şekilde gerçekleşeceğini söyleselerdi, ne dilerdiniz?
Benim zaten sımsıkı tutup bırakmadığım sabit bir dileğim var, biliyorsunuz. Ve zaten Mavibulut'umuzun sloganı bu: "Her Çocuğa İyi Kitap".
Büyünce ne olmak isterdiniz?
"Çocuk olmak isterdim!" demeyeceğim, çünkü çocukluğumu içimde yaşatmak güzel, çocuklarla olmak güzel, çocuklar için bir şeyler yapmak güzel, ama bu yaşta "çocukça" davrandığımda (çok yapıyorum bunu) çevremi üzüyorum.
"Büyüyünce" günleri kitap okumak ve kitap yazmakla geçen daha az huysuz bir ihtiyar olmak istiyorum. |