| Resimleyen: Fersude İklim |
Annem oklavayla pamuk çırpıyor. Paat paat paaat... Pamuklar havada uçuşurken ilk toplandıkları zamandan kalma küçük kabuklar etrafa saçılıyor. Çırpıldıkça beyazlaşıyor, tarandıkça açılan saçlar gibi yumuşacık oluyorlar. Annemin pat patları gökyüzünü çınlatıyor. İyice güneşlenen, ikindi vakti de köteği bir güzel yiyen pamukların bir araya gelip isyan çıkaracak hâli kalmıyor.
Güneş portakala benziyor yavaş yavaş. Hafif bir ikindi rüzgârı saçlarıma dokunurken, gündüz sıcağında ısınıp soğumaya başlayan yerlerde yalınayak koşturuyorum. Çünkü uçuşan pamukları toplama görevi benim. "Gelin bakalım buraya, kaçmayın. Annem sizi beyaz patiskadan yastık yüzlerine dolduracak."
Yastık kılıfları yıkanıp asıldığı yerde kurumuş bile. Annem "Hadi şunları topla da getir." diyor. Parmaklarımın ucunda yükselerek hepsini bir çırpıda topluyorum. Mis gibi kokuyorlar. Annemle beraber kılıfları bir bir dolduruyoruz. Tombul tombul bir sürü yastığımız oluyor. Dayanamayıp henüz doldurulmuş ama ağzı hâlâ dikilmemiş yastıkların üzerine sırtüstü uzanıyorum. Gökyüzünde aynı pamuklardan bir sürü... Annem sanki onları da dövmüş, yumuşacık yapmış. Akıyorlar gökyüzünün damında. Anneme yakalanıyorum. Oklavayla ayaklarıma şakacıktan vurup "Ayakların leş gibi olmuş. Şuna bak! Kız kime diyorum, kirletme yastıkları, kalk çabuk!" diyor.
(Devamı BeyazBulut dergisinin 4. sayısında... Abone olmak için tıklayın.) |