| Resimleyen: Sümeyra Solmaz |
Tarih: Kırmızı Çarşamba Saat: Süt içmeye yarım saat kala
"Hey soluk benizli, teslim ol" dedi kabilenin büyük şefi Kırmızı Pekmez. Oysa her şeyi oldukça sessiz yapmıştım. Formamı sessizce giymiş, beyaz çoraplarımın yerini bile anneme sormadan bulmuştum. Kapının önünde spor ayakkabımın bağcıklarını bağlarken yakalanmak için görünüşte hiçbir sebep yoktu. Tabi annemin şaşmayan dikkati dışında...
Bugün sabah karşı apartmanın kızlarıyla basketbol maçımız olduğunu söyleyince her zamanki inceleyen gözlerle beni baştan aşağıya süzmüş, gözlerimin içine şöyle bir bakıp tırnaklarımı kontrol ederken:
- Peki öyleyse unutturma da maçtan önce pekmez içireyim sana, demişti, ciddi bir sesle.
Olamaz! Kırmızı Pekmez, bir şeyi kafasına koydu mu asla vazgeçmezdi. Ben zavallı Soluk Benizli, çaresiz teslim oldum.
Ona göre ben o kadar kansızdım ki değil maç yapmak üçe kadar top bile sektiremezdim bu gidişle. Soluk soluğa kalmalarımın, iştahsızlığımın, çabuk yorulmamın, arada sırada gözlerimin kararmasının tek nedeni kansız olmamdı. Hatta geçen gün matematik sınavından biraz düşük aldığımı söyleyince konuyu nasıl pekmeze bağlamıştı; babam bile şaşırmıştı.
Üstelik bu kansızlık şarkısını sadece annem söylemiyordu. Komşu teyzeler, anneannem, teyzelerim bir araya geldiklerinde, "Ayy bu çocuk çok kansız Ayten, buna biraz pekmez içir" diyorlardı. Sonra da yok kuru üzüm daha iyiymiş pekmezden, en iyisi kan şurubuymuş tartışması yapıyorlardı. Hatta Şermin Teyze bir keresinde "böyle giderse müzedeki heykellere döneceksin" deyince dehşete düşmüştüm. İşte böyle böyle pekmez korkulu rüyam olmuştu. Sadece pekmez mi? Annem içim bayılana kadar kuru üzüm yediriyordu. Ama pekmezin daha çabuk kan yaptığına inanmış olmalı ki bu aralar yine pekmez savaşları yapıyorduk.
İşte bu savaşların biricik galibi annem, maça gitmeden önce bana pekmez içirmeyi aklına koymuş, elinde pekmez şişesi ve kaşıkla karşımda gülümsüyordu:
- Çorabını bile yardım istemeden bulmuş, aferin benim kızıma. Şimdi her kaşık bir basket unutma. Yoksa top bile sektiremezsin. Doğru yedek oyuncu kulübesine alırlar seni.
Yenilgi kaçınılmazdı. Artık tam beş basket atabilirdim. Boğazımda pekmezin yakıcı tadıyla kendimi dışarı attım. Bahçedeki çeşmeden susuz develer gibi bir dolu su içtim.
Hatice'yle Avşar sahaya benden önce gelmiş antreman yapıyorlardı. Herkes gelince biraz ısınma turu attık. Ancak üç tur koşabildim. Soluk soluğa kalmıştım. Maç çok çekişmeli başladı; ilk yarıda berabere kaldık. Ama ben kan ter içindeydim. Yorgunluktan dizlerim titriyordu. Hatice sanki hiç yorulmamış gibi dinamik ve sakin, yanıma geldi. "Sakatlandın mı yoksa?" dedi. "Yoo" dedim, "sadece biraz yoruldum." Biraz değil çok yorulmuştum. Hatice'nin anca belime kadar gelen kardeşi Sinan bile benden fazla basket atmıştı. Keşke Sinan'ı bizim takıma alsaydık.
İkinci yarı daha çekişmeliydi ama sanki kimse yorulmamıştı. Benim dizlerim titriyordu oysa. Gözlerim de kararmaya başlamıştı ama maçı yarıda bırakamazdım. Mutlaka bu beraberliği bozmalıydım. Nihayet beklediğim fırsatı maçın sonuna doğru yakaladım. Top artık bendeydi. Potaya doğru hızla yol alıp uçtum uçtum uçtum ama topu atacak gücü kendimde bulamadan gümm diye yere kapaklandım. İçimdeki kuşlar bu defa kafamda dönerken, üstüm başım toz olmuş, yüzüm gözüm çizilmişti. Sanırım Kırmızı Pekmez haklıydı ; çok güçsüzdüm, belki de kanım çekilmişti ve yerine deve gibi içtiğim sular akıyordu. Damarlarımdan kan yerine su aktığını düşününce ödüm koptu. Acaba heykele mi dönüşüyordum? Dirseklerimden akan kanın ılıklığını hissedene kadar böyle donakalmışım. Ama dirseğimin kanadığını farkedince o kadar heyecanlandım ki "Kan!" dedim Hatice'ye. "Bak kanıyor, hem de kırmızı..."
Hatice üstümü başımı çırparken "Korkma çok kanamıyor" dedi. Bunu hemen anneme göstermeliydim. Koşa koşa eve gittim hızla kapıyı çaldım. Annem kapıyı açınca aynı benim gibi tepki verdi kolumdaki kana. Galiba çok sevinmişti.
- Aaaa kan! İnanmıyorum n'oldu sana!
Yüzüm gözüm toz içinde, çiziklerimle sakin sakin gülümsedim kırmızı pekmeze:
- Bak işte bu benim kanım. Artık pekmez içmesem olur mu?
Annem kolumu pansuman etmeye çalışırken, tatlı tatlı anlatıyordu:
- Kansızlık öyle bir şey değil evladım. Elbette hepimizin kanı var. Kansızlık kan seviyesinin normalden düşük olması ve sağlığını etkilemesidir. Mesela başının dönmesi, iştahsızlık, gözlerinin kararması, benzinin solması, unutkanlık, sebepsiz sinirlilik...
Aaa annem sanki beni anlatıyordu. Bunu bana neden daha önce anlatmamıştı ki? Yoksa anlatmıştı da ben mi iyi dinlememiştim? Yoksa dinlemiştim de işime mi gelmemişti? Neyse, canım epey yanmıştı ama çok rahatlamıştım. Kansız değildim, heykel de olmıcaktım. Kırmızı Pekmez sen çok yaşa! |