Onikirenklisuluboya bu sabah da oflayarak başladı güne. Şu hayat ne kadar da sıkıcıydı canım! Dört duvar, iki raf arasında tükenip gidiyordu ömrü.
Kalemler, renk renk pastel boyalar, irili ufaklı silgiler, desenli defter ve kitap kapları, sonra defter ve kitapların bizzat kendileri, kalemtıraşlar, ... Hiçbirinin faydası yoktu ona. Biricik varlığı, renkleri de tuhaflaşmıştı artık. Boş boş oturmaktan sıkılıp kavgaya tutuşuyorlardı hemen. Daha geçenlerde Kırmızı'yla Sarı bir olmuş, sınıfın kabadayı çocukları gibi Turuncu'yu bir güzel haklamışlardı. Sebep hep aynıydı: Biz varken ona ne gerek var? Nerden duymuşlarsa turuncunun, sarı ve kırmızının karışımından oluştuğunu öğrenmişlerdi bir kere. "Ah bu müşterilere ne diyeyim ben!" diye söylendi. Muhakkak onlardan duyuyorlardı. Geliyorlar ve renklerinin kafalarını karıştırıp gidiyorlardı. Bazen boya kutularının şeklini beğenmiyorlar, bu da yetmez gibi huzurlarını kaçırıp sonra da kayboluyorlardı. Neyse ki bundan diğer renklerin haberi olmuyordu da biraz daha idare edebiliyordu işi. Ya bir de Mor ve Kahverengi bunları duysa hali nice olurdu?
Günler geçti, sonra da aylar...
Bir gün hiç olmaması gereken şey oldu...
Bir suluboyanın başına gelebilecek en kötü şey, renklerinden birinin yuvasını terk etmesidir. İşte Onikirenklisuluboya bir sabah uyandığında Beyaz'ın yerinde olmadığını gördü. Hay Allah. Ne olacaktı şimdi? Aradı taradı. I-ıh. Hiçbir yerde yoktu bu kaçak. Defterlerin arasına baktı, kitapların köşelerini kontrol etti, silgilere sordu, hatta bulutlara haber uçurdu. Acaba araya bir yere mi saklanmıştı? Hayır, hiçbirine uğramamıştı. Arkadaşları da onun gidişine çok üzülmüştü. "Ahh" diyordu Kırmızı, "birbirimize ne de yakışıyorduk." Mavi, "gelse de denizleri boyasak" diyordu. "Ya da gökyüzüne kaçsak beraber..." Ama yok. Beyaz gelmiyordu.
Onlar bilmiyordu ama Beyaz çok uzakta değildi. Okula yeni başlayan şirin mi şirin bir çocuğun yazı defterinin arasına saklanmıştı. Ve hayatından da çok memnundu. Çünkü tertemiz bir defter, inci gibi yazılarla süslenmişti. O da defterin köşesinde usluca oturuyordu. Arkadaşlarından ayrıldığı için üzgündü aslında. Nasıl da özlemişti onları. Acaba bir arada yaşayamaz mıyız diye düşünüyordu hep.
Bir gün çocuk çantasından uzun, ince bir başka defter çıkardı. Dediğine göre bu bir resim defteriydi. Bunu görünce içi içine sığmadı bizimkinin. Sahi ya, daha önce nasıl düşünememişti? Evet, bu olabilirdi.
* * *
Onikirenklisuluboya'nın üzüntüsü hiç eksilmemişti. Renkleri oflaya puflaya oturuyorlardı. Kapağı da iyice tozlanmıştı. Derken bir gün Beyaz, onların oturduğu dükkâna geldi. Kimseye çaktırmadan Onikirenklisuluboya'nın bulunduğu rafa yaklaştı. Kapağı açıp arkadaşlarına "merhaba" dedi. Onu görünce arkadaşları mutluluktan ne yapacaklarını şaşırdılar. "Hoş geldin, neredeydin, nereleri boyadın" diye sormaya başladılar. Beyaz başından geçenleri kısaca anlattı. Onlardan ayrıldığı için üzüldüğünü ama eli boş dönmediğini, misafir olduğu yerle konuşup bir şeyler ayarladığını söyledi. Hepsi merakla yüzüne baktılar. Neydi acaba bu?
"Şeyy..." diye sözlerine başladı Beyaz. "Ben gittiğimden beri bir çocuğun defterinin arasında misafir oluyordum. Öyle güzel bir yer ki orası... Şimdi bakın. O arkadaşımın bir defteri daha var. Oraya çok güzel resimler yapıyor. Ben de sizden bahsettim. En yakın zamanda buraya gelecek ve sizinle tanışacak."
"Ooovv! Gerçekten mi?" diye bağırdı hepsi. Harika bir şeydi bu! Hemen hazırlandılar. Üzerlerindeki tozu üflediler. Birbirlerine "ben güzel miyim?" diye sormaya başladılar.
Ertesi gün sarı saçlı bir çocuk geldi dükkâna. Yanında annesi de vardı. Sevinçle el çırptı Beyaz. Onu tanımıştı. Kitapçı amcaya Onikireklisuluboya'yı işaret ediyordu çocuğun annesi. Kitapçı amca nazikçe raftan aldı suluboyayı. Sonra kaplayıp çocuğa uzattı. Gülümseyerek aldı o da. Şarkı söyleyerek evlerine geldiler.
İçeri girince hemen defterini açtı çocuk. Önce dikdörtgen bir şekil çizdi. Sonra on iki tane yuvarlak çizdi üzerine. Bu cici bir suluboya resmiydi. Aaa o da ne? On iki tanesi uslu uslu otururken bir tanesi kaçıyordu yuvasından. Sonra Onikirenklisuluboya'yı çıkarıp yuvarlakları boyamaya koyuldu. On bir tanesi renklerine kavuşurken; bizim kaçak, bembeyaz kalmıştı. |