Bir yaz sabahıydı ve güneş henüz ışıklarını Akdeniz'in serin sularına değdirmemişti. Zaten güneşin önce Amanos Dağlarını tırmanıp aşması gerekiyordu. Ben Amanos Dağları'nın uzantısı olan bir dağın yamacıyım.
Amanos Dağları, Toros Dağları'nın bir koludur. Yüzyıllardır Akdeniz'in mavi gözlerine hayranlıkla bakıp durdum. Bulunduğum yer o kadar muhteşemdi ki bütün körfez ayaklarımın altında. Önüm masmavi su, sağım ve solum yemyeşil makilerle kaplıdır. Bulutların başımın üstünde yeri vardı. Makiler beni yazın sıcaktan, kışın soğuktan korudukları için dört mevsim rahat ederim.
Güneş sırtımızdan tırmanadursun etrafımdaki çalı kuşları çoktan bir makinin başına üşüşmüş, ötüşüp duruyorlar. Çok severim ben çalı kuşlarını, içlerinde iki tanesi var ki onlara sevgim biraz daha fazladır. Biri Pırpır, diğeri Cikcik. İkisine de bu isimleri ben taktım. Onlar da bana Yamaç Baba derler. Gerçekten baba oğul gibiyiz her ikisiyle de. Pırpır iki saniye yerinde duramaz. Bir o dala, bir bu dala, oradan bir taşın üstüne, oradan başka bir yere konup durur. Kuş dediğin iki saniye bir yerde durmaz mı? Pırpır böyle bir kuş işte.
Cikcik'e gelince; onun da gagası hiç kapanmaz. Çenesi düşüktür yani. Cikcik öter durur. Cikcik de cikcik, cikcik de cikcik. Başka bir şey bilmez. Sevinçli olduğu zaman da öter, üzgün olduğu zaman da. Diğer kuşlar dahi çenesinden bıkmıştır Cikcik'in. Ama her ikisi de benim sevgili küçük dostlarımdır.
Pırpır, Cikcik ve arkadaşları çalının üstünden birden sağa sola telaş ve panikle uçuşmaya başladılar. Ne olduğunu anlamaya çalıştım. Birkaç kez konup konup havalandılar. Daha fazla dayanamayıp sordum:
- Hayrola Pırpır yine yerinde duramıyorsun, bu kez arkadaşlarını mı rahatsız ediyorsun yoksa?
Pırpır'dan önce Cikcik lafa girdi:
- Yamaç Baba aşağıdan kocaman kamyonlar ve iş makineleri geliyor, duymuyor musun seslerini?
Gerçekten de duymamıştım. Yaşlılık işte. Şöyle aşağıya doğru bir baktım gerçekten canavar ağızlı bir greyder; taş, çalı, maki ne varsa yerinden söküyor kepçesiyle kamyonlara dolduruyordu. Anladığıma göre benim bulunduğum tarafa doğru bir yol açıyordu. Bu durumu hayra mı yormalıyım bilmiyorum. Bulunduğum yere gelip ne yapacaklar ki? Etrafım o kadar sert kayalardan oluşmuş ki buraya ne ev yapılır, ne tesis. Bunda da bir hayır vardır diyerek meraklı gözlerle olanları izlemeye başladım. Gerçekten iş makineleri korkunç sesler çıkarıyorlardı, sert ve taşlı zemine gelince daha fazla güç harcıyor ve sesleri de bir o kadar artıyor.
Bu ara güneş iyice yükselmiş dört bir yanı ışıl ışıl etmişti. Akdeniz'e vuran ışıkları gözümü kamaştırıyordu.
Cikcik ve Pırpır'a seslendim:
- Gidip baksanız diyorum, ne oluyor aşağıda, kimlermiş ve neden buraya doğru geliyorlarmış?
Pırpır ve Cikcik:
- Tamam, Yamaç Baba arkadaşları toplayıp hemen gidip bakıyoruz
- Aman dikkatli olun!
- Sen merak etme.
Pırpır, Cikcik ve arkadaşları pırrr diye uçuverdiler. Çalıları kendilerine siper ederek iş makinelerinin olduğu tarafa uça kona gittiler. Oraya vardıklarında iş makinelerinin sesleri de kesilmişti. Anlaşılan yemek için mola vermişlerdi. Uzaktan adamların bir araya toplandıklarını görebiliyordum. Bir müddet sonra Pırpır Cikcik ve arkadaşları telaş ve korku içinde geldiler. Nefes nefese:
- Yamaç Baba! Yamaç Baba!
- Durun bakalım, biraz nefeslenin n'oldu, nedir bu telaşınız?
- Sorma Yamaç Baba, çok korkunç şeyler olacak. Burada artık ne sana, ne bize hayat var.
- Allah Allah ne oldu ki, ne yapacaklarmış, şunu en başından anlatın bakalım.
- Ne olur bize sorma, aman Allah'ım çok korkunç, kulaklarımıza inananmadık.
Pırpır ve Cikcik korkudan ne yapacaklarını şaşırmışlardı. Bunca yıllık bir dağın yamacıyım onca depremler, şiddetli yağmurlar, sert rüzgârlar gördüm hiç birisi beni bu kadar endişelendirmemişti. Ne yalan söyleyeyim kuşların bu hali beni de korkuttu. Hem ne olabilirdi ki bu kadar korkunç olacak olan? Koca dağı şu küçücük makinelerle devirecek değillerdi ya.
- Sevgili kuşlarım, ne duydunuz bir anlatın, ben de rahatlayayım siz de rahatlayın.
- Yamaç baba senin bulunduğun yere taş ocağı kurulacakmış, dinamitlerle seni paramparça edeceklermiş, kulaklarımızla duyduk.
- Ya öyle mi! Demek taş ocağı kuracaklarmış ha!
- Evet ya, hem de yıllarca burada kalacaklarmış.
Pırpır ve Cikcik'in bu sözlerinden sonra içime derin bir acı ve hüzün çöktü. Ne diyeceğimi ne yapacağımı bilemedim. "İnsanoğlu işte" dedim "yapar, her şeyi yok ettiği gibi beni de paramparça edip yok eder."
Pırpır'a dönerek:
- Demek sizinle ayrılık vaktimiz geldi. Hadi o zaman toparlanın ve buradan çok uzaklara gidin.
- Yamaç Baba, biz hiçbir yere gitmiyoruz seni bırakıp nereye gidebiliriz ki?
- Gitmeniz gerekli, burada yaşayamazsınız. Dinamitlerin ne kadar korkunç sesler çıkardığını ve taşları nasıl parçaladığını siz bilmezsiniz, hem o parçalar size de isabet edebilir. Allah korusun sizde yaralanıp ölebilirsiniz.
- Ama Yamaç Baba biz seni çok seviyoruz, hem nasıl olsa biz de ölmeyecek miyiz? Bilmediğimiz yerde ölmek çok mu güzel, en azından senin yanında ölürüz.
- Beni seviyorsanız dediğimi yapın ve buradan uzaklaşın, ölümü falan düşünmeyin. Lütfen gidin.
Pırpır ve Cikcik kanatları kırılmış öksüz çocuklar gibi arkalarına bakarak arkadaşlarını da yanlarına alarak uzaklaştılar.
(Devam edecek...) |