Ertesi sabah çocukların sesleriyle uyandım. Aman Allah'ım ne kadar çok çocuk gelmiş yanıma, hiç yoksa kırk kişi var.
Uğur:
- Günaydın Yamaç Baba. Arkadaşlarımızı da getirdik. Seninle tanışmalarını istedik, belki bir yardımımız olur diye düşündük.
- Çok sevindim geldiğinize şu son günlerimde kuşlarımın yokluğunu unutturdunuz bana. Fakat daha fazla durmayın buralarda, bakın iş makineleri burnumuzun dibine kadar geldiler.
- İyi ya işte burnumuzun dibine geldilerse biz de biraz oyun oynarız onlarla eğleniriz. Sana da bir yardımımız olur.
- Nasıl bir yardım olacak, ben anlamadım. Benim yüzümden başınıza bir iş gelsin istemem.
- Merak etme Yamaç Baba, sen rahat ol.
Kırk kadar çocuk her biri bir yere dağılıp yerden bir şeyler aramaya başladılar. Bu sırada iş makinelerinin sesi de duyuldu. Mesai başlamış, kepçe ve dozerler büyük bir hızla yanımıza doğru ilerliyorlardı.
Sabri "Hazır mıyız arkadaşlar? diye bağırdı. Bütün çocuklar hep bir ağızdan "Hazırız" dediler. Sabri, "Öyleyse hep beraber atıyoruz" diye bir komut verdi.
Bir anda çocukların yukarıdan aşağıya iş makinelerinin üstüne doğru attığı taşlar yağmur gibi yağmaya başladı. Çalışanlar ne olduğunu anlayamadılar. Taşların birçoğu makinelerin ve kamyonların üstüne isabet etmişti. Taşlar hiç durmaksızın iniyordu tepelerine. Her ne kadar "Durun çocuklar yapmayın, başınızı derde sokmayın" dediysem de çocuklar beni duymuyordu. Bir süre sonra iş makinelerini kullanan adamlar işlerini bırakıp can havliyle orayı terk ettiler. Çocuklar zafer kazanmış gibi sevindiler. Sonra da oturup sohbet edip eğlendiler.
Eğlenceleri fazla uzun sürmedi tabi. Öğleden sonra olduğunda iş makinelerinin yanına iki askeri cip geldi. Cipin arkasından iki üç jandarma askeri indi ve bize doğru gelmeye başladı. Sabri askerleri görmüştü. "Arkadaşlar jandarma geliyor tüyelim buradan" dedi ve çocukların her biri bir yere dağılarak aşağıya doğru koşmaya başladılar. Jandarmalar yukarıya geldiklerinde çocukların hepsi çoktan aşağıya inmiş ve sokak aralarında kaybolmuştu.
O gün de öyle geçmişti. Akşam olduğunda, yıldızlar ışıldadığında, ay tabak gibi olup etrafı aydınlattığında küçük beyaz bir bulut geldi, ayın önüne durdu. Etraf biraz karardı. Sonra bulut dedi ki:
- Yamaç Baba sana Pırpır ile Cikcik'in selamını getirdim.
- Ne! Pırpır ile Cikcik'in selamını mı getirdin? Nerde şimdi onlar?
- Senden ayrıldıktan sonra nereye gideceklerini bilememişler. Ben de onlara yardım ettim, diğer kuşlarla tanıştırdım onları. Şimdi ikisi de Kuşlar Birliği'nin birer üyesi onlar.
- Kuşlar Birliği mi? Nerde bu Kuşlar Birliği? Ne yapıyorlar şimdi? Söylesene beyaz bulut!
- Tamam Yamaç Baba biraz sabredersen söyleyeceğim. Kuşlar Birliği bütün uçan kuşların bir araya geldiği bir birlik. İçlerinde kartal da var şahin de... Bülbül de var, güvercin de... Kırlangıçta var, serçe de...
- Niye bir araya gelmiş bütün bu kuşlar?
- Yeryüzünün en kutsal yerlerinden bir olan Kudüs'ü ve Filistinlilere ait toprakları işgal eden İsrailliler orada yaşayan halka zulmederek onlara yaşama hakkı tanımıyor. Bu Kuşlar Birliği de özellikle Filistinli çocuklara yardım için kurulmuş.
- Pırpır ile Cikcik de bu birlikte mi?
- Evet onlar da orada, hem de önemli görevleri var.
- Peki şimdi durum ne?
- Durum çok kötü. İsrail askerleri yirmi gündür Gazze şehrini aralıksız bir şekilde bombalıyorlar, misket bombası atıyorlar. Havai fişek gibi havada yüzlerce bomba oluyor ve düştüğünde yüzlerce çocuğun ölmesine ve yaralanmasına neden oluyor.
- Ama bu vahşet.
- Evet bunu hiç acımadan yapıyorlar. - Ben kendim için kaygılanıyordum. Beni dinamitle parçalayacaklar diye. Demek ki çocukları ve bebekleri hiç acımadan bomba atarak öldürüyorlar öyle mi? Peki yardım eden kimse yok mu onlara?
- Çokları sadece kınayarak seyrediyorlar. Yardımlar da yetersiz kalıyor.
- Peki Filistinlilerin askeri ve silahı yok muymuş kendilerini savunacak?
- Var ama az. Çocuklar taş atıyorlar tanklara.
- Taş mı atıyorlar?
- Evet taş.
- Nasıl taş?
- Bildiğin küçük sapan taşları işte. Ben tekrar o bölgeye doğru gideceğim, bir diyeceğin var mı Pırpır'la Cikcik'e?
- Var tabi. Şimdi beni iyi dinle küçük beyaz bulut. Yarın veya bilemedin öbür gün ben bu halde olmayacağım. Bulunduğum yer taş ocağı olacak. Dinamitlerle beni parçalayacaklar. Her parçamı değişik işlerde kullanacaklar. Sen şimdi kuşlara söyle, iki gün sonra gelsinler benim parçamdan birer taş parçası alsınlar ve götürüp bir Filistinli çocuğa versinler. Bu saatten sonra zalime atılan bir taş olmak kadar hiçbir şey mutlu etmeyecektir beni.
- Peki Yamaç Baba söylerim. Hadi Allah'a emanet ol.
- Güle güle, yolun açık olsun.
O gece kendimle ilgili zerre kadar bir korkum kalmamıştı. Parçalanmak umurumda dahi olmadı. Sadece zulme atılan bir taş olmanın hayaliyle geçirdim o geceyi.
Sabah olduğunda iş makinelerinin çoktan işbaşı yaptıklarını ve benim bulunduğum yere çok yaklaştıklarını fark ettim. Ben olacakların tümüne razıydım, yapacak bir şeyim yoktu. Çocuklar da yapacaklarını yapmışlardı. Mahalle sakinlerinin de gerekli yerlere müracaatları boşa çıkmıştı. Bu taş ocağı buraya kurulacak, ben patlatılıp paramparça olacağım. Bundan böyle bir doğa güzelliği olmayacak, insanlar dinamit sesleri altında yaşamaya alışacaklar.
Evet işin özeti buydu. Zaten mahalleli aşağıda toplanmış bana bakıyorlardı. Kendimi idam sehpasına götürülen bir mahkum gibi hissediyordum. Tek dileğim benim yüzümden masum insanların, bitkilerin ve çevremde bulunan karıncaların dahi zarar görmememsiydi. Bir de en büyük dileğim Pırpır ile Cikcik'in parçalanmış taşlarımı Filistinli çocuklara vermesiydi.
Zaman su gibi akıp gitmiş ve sonunda iş makineleri yolları açmış, yanıma kadar gelmişlerdi. İş makineleri operatörleri aşağıya indiler. Arkadan iki cip daha geldi. Cipten özel kıyafetli ellerinde çantalar olduğu halde yedi sekiz kişi indi. Başlarında bulunan başmühendisin talimatıyla her biri bir yere dağılıp çevremde keşif yaptılar. Bir saate yakın sürdü çalışmaları. Sonunda hepsi bir yerde toplandı. Başmühendis hepsini tek tek dinledikten sonra çantalarından çıkardıkları patlayıcı maddeleri yani dinamit lokumlarını uygun görülen oyuklara itinayla yerleştirdiler. Sonrasını anlatamayacağım.
Patlamadan beş saat sonra kendime geldiğimde o tarifsiz acı hâlâ içimi acıtıyordu. Bir anda sekiz yerimde patlayan dinamitler birçok yerimi un ufak etmişti. O geceyi yaralı ve perişan bir halde inleye inleye acılar içinde geçirdim. Sabah olmak üzereydi ki gökten küçük bir beyaz bulutun arkasından büyük bir karartı olduğunu gördüm. Bu bulut bana Pırpır ile Cikcik'ten selam getiren buluttu.
Peki, arkasındaki bu kara bulut da neyin nesiydi. Biraz daha yaklaştıklarında anladım ki kara bulut olarak gördüğüm, binlerce kuştan oluşan kuş bulutuydu. Allah'ım rüya mı görüyordum yoksa. Biraz sonra o kuş bulutundan iki minik kuş ayrılıp yanı başıma kondular.
- Yamaç Baba ne oldu sana böyle?
Bunlar Pırpır ile Cikcikti.
- Hoş geldiniz dostlarım nasılsınız?
- Biz iyiyiz Yamaç Baba, sen çok kötü görünüyorsun. Acıyor mu yaraların?
- Acıyor ama dayanırım merak etmeyin. Küçük beyaz bulut selamınızı getirdi. Ben de gelsinler, bir tane de olsa benden bir taş alıp Filistinli bir çocuğa versinler demiştim. Onun için mi geldiniz?
- Evet Yamaç Baba hem seni görmeye, hem de dileğini yerine getirmeye geldik. Ama biz daha fazlasını yapabiliriz. Bir tane değil binlerce taş alacağız senden. Hepsini götürüp İsrail askerlerinin kafasına atacağız, ne dersin?
- Çok sevinirim. Acılarım diner. Mutlu olurum.
- Hadi o zaman arkadaşlar Yamaç Baba'nın yaralarını incitmeden, en keskin, en sivri taşlarını alıp gidelim bir an evvel.
Bir anda binlerce kuş parçalanmış yerlerimden beni incitmeden gagalarıyla birer taş alıp havalandılar. Bir anda rahatladığımı hissettim. Acılarım biraz hafiflemişti sanki.
- Allah'a emanet ol Yamaç Baba.
- Yolunuz açık olsun. Filsitinli çocuklara benden selam söylemeyi unutmayın. Ne kadar taş isterlerse ben buradayım. Bu halimle o zalimlerin kafasına inmeyi o kadar çok istiyorum ki. Allah'ım sen Filistinli çocukları, sapanlarını ve taşlarını koru. Onlara yardım et. Allah'ım sen kuşları ve Kuşlar Birliği'ni koru.
-SON- |