Boncuk Bekir, Kırmızı Biber Apartmanı'nın en hareketli çocuğuydu. Arkadaşları ona masmavi gözlerinden dolayı "Boncuk" ismini takmışlardı. Kıpır kıpır bir çocuktu o. Unutmadan, küçük odasında büyük bir kitaplığı vardı Bekir'in. Ama doğrusunu söylemek gerekirse kitaplarla pek arası yoktu. Öğretmeni hariç kimse de bu durumdan şikâyetçi değildi.
Bir öğle vakti nasılsa eline bir kitap geçti. Kapağındaki resim hoşuna gitmişti de o yüzden şöyle bir göz gezdirmeye başlamıştı. Bir de baktı ki, birkaç sayfa okumuş bile. On ikinci sayfaya gelince aniden karşısına bir palyaço çıktı ve Bekir'e kurnaz kurnaz gülümsedi:
- Merhaba!
Boncuk Bekir'in dili tutulmuştu sanki. Bu da nesiydi böyle!
- Me me merhaba, dedi.
- Adın ne küçüğüm, dedi palyaço.
- Bekir efendim.
- Acı Turşu İlköğretim Okulu üçüncü sınıftasın değil mi? Numaran da 387. Öğretmeninin adı Rasim Sarımsak.
Şaşkınlıktan neredeyse dili tutulacaktı Bekir'in. Nerden çıktığını anlamadığı bu palyaço, bütün okul bilgilerini biliyordu. Kalbi hızlı hızlı çarpmaya başladı.
- Korkma, dedi palyaço. Ben senin dostunum. İsmim Palyaço Portakalburun. Seninle sohbet etmek için geldim buraya.
Az sonra koyu bir muhabbete başladılar. Portakalburun ona komik fıkralar anlattı. Bekir de onun anlattıklarına katıla katıla güldü. Ama kitabın elli yedinci sayfasına gelince kaybolup gitti Palyaço Portakalburun.
O gitti ama tuhaflıklar bir türlü yakasını bırakmadı Bekir'in. Ertesi gün açtığı kitabın arasından bir bilim adamı fırlayıverdi. Soluk soluğaydı ve beyaz sakalları vardı. Bekir'e farelerin matematik bilip bilmediğini anlatan uzun bir konuşma yaptı ve ağır adımlarla kayboldu sayfalar arasından.
Sonra kalın camlı gözlükleri olan bir tarihçi...
Sonra sarı saçlı bir kız çocuğu...
Sonra yapayalnız yaşayan yaşlı bir adam...
Hepsi de birer birer gelip bir şeyler anlattılar Bekir'e. Artık o da alışmıştı bu duruma. Kitaplığındaki sekiz kitabı okuyup bitirmişti bile. Açtığı her kitabın sayfalarını "acaba bu defa kim gelecek" diye çeviriyordu. Böylece kitaplarla da sıkı fıkı olmuştu artık.
Yine bir gün çok tuhaf bir şey daha oldu. Okuduğu kitabın tam onuncu sayfasında gözlüklü bir adam çıktı karşısına Boncuk Bekir'in. Onu görünce:
- Sen de Palyaço Portakalburun'un arkadaşlarından biri olmalısın, dedi Bekir.
- Bildin, dedi adam. Onlar benim elemanlar...
Sonra devam etti:
- Ben bir yazarım. Portakalburun'u ve arkadaşlarını da sana ben göndermiştim.
Bekir'in şaşkınlıktan ağzı bir karış açılmıştı:
- Ama neden?, dedi.
- Kitapları sevmen için bunu yapmam gerekiyordu. Sana teşekkür ederim Boncuk Bekir. Öğretmenine çok selam söyle...
Bunları söyledikten sonra kaybolup gitti yazar. Bekir'in boncuk gözleri arkasından bakakalmıştı.
O günden sonra Boncuk Bekir, tam bir kitap kurdu oldu. Kitaplığındaki kitapları bitirdikten sonra yenilerini aldı. Ama artık sayfalar arasından o hoş sürprizler çıkmıyordu. Ne yaşlı tarihçi ne yalnız adam. Ne sarı saçlı kız ne de bir başkası. Hiçbiri... Yine de o, her yeni kitabı açtığında Palyaço Portakalburun'u ve arkadaşlarını yeniden görmek için merakla bekliyordu. |